19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun!
19 MAYIS'IN ANLAMI
PROF. DR. DURSUN ALİ AKBULUT (*)
Türk Tarihinde kutlanması gereken günler vardır.
Bunlardan
biri 19 Mayıs 1919'dur. 19 Mayıs 1919 Anadolu'da yeni Türk Devleti'nin fiilen
temellerinin atıldığı gündür ve Türkiye Cumhuriyeti tarihimizin başlangıcıdır.
Yüce Önder Atatürk'ün Büyük Nutkunu bu olayla başlatması, doğum gününü
soranlara 19 Mayıs'ı işaret etmesi bunun kanıtı sayılmalıdır.
19 Mayıs'ın millî bayram olarak ilân edilmesi bu yargıyı
daha da pekiştirmektedir. Atatürk, gerek Millî Mücadele döneminde, gerekse
Cumhuriyet döneminde yurdumuzun birçok şehrini ziyaret etti. Bu ziyaretler, o
şehirlerin mahallî övünç günleri olarak kutlandığı halde sadece 19 Mayıs yasa
ile millî bayram kabul edildi.
Mondros Mütarekesi'nin imzalanmasından sonra Mustafa Kemal
Paşa, 13 Kasım 1918'de İstanbul'a geldi. İstanbul'da yaklaşık altı ay kaldı. Bu
süre içerisinde vatanın kurtuluşu için çeşitli girişimlerde bulundu. Padişahla
birkaç kez görüştü ve ona bu konuda düşüncelerini aktardı. Güçlü bir hükûmetin
kurulması için çaba gösterdi. Basın yoluyla geniş kitleleri bilgilendirmeye, halkı
aydınlatmaya çalıştı.
Kurtuluşa giden yolun temel ilkelerini yine bu dönemde
ortaya koydu.
Bunları çok yakın arkadaşlarına anlattı. Böylece Millî
Mücadeleden yana az sayıda, fakat etkin bir grup oluşturmayı başardı.
Millî Mücadele Anadolu'dan başlatılacaktı. Bunun için
öncelikle birer görevle Anadolu'ya geçilecek, mecbur kalınmadıkça görev
terkedilmeyecek, görevi bırakmak gerektiğinde asla İstanbul'a dönülmeyecek,
çalışmalar gayrî resmî bir tarzda sürdürülecekti. Samsun'dan başlayan süreçte,
onun tutum ve davranışları izlenecek olursa bütün bu prensiplere bağlı kaldığı
görülecektir. Başlangıçta kendisiyle birlikte Millî Mücadeleye atılan
arkadaşları arasında, zorunlu olmadıkları halde İstanbul'dan verilen emirlere
hemen uyarak görevini bırakanları, bununla kalmayıp İstanbul'a dönenleri, söz
konusu prensiplere aykırı davrandıkları için Nutuk'ta ağır bir biçimde
eleştirmektedir.
Yüce Önder'i diğerlerinden ayrı ve üstün kılan, azmi,
iradesi, kararlılığı, milletine sevgisi ve güveni, zafere olan mutlak inancıydı.
Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliğine atandıktan sonra,
heyecanla Harbiye Nezareti'nden çıkarken, "kafes açılmış, önünde geniş bir
âlem, kanatlarını çırparak uçmağa"(1) hazırlanıyordu. Oldukça sıkıntılı,
zahmetli bir yolculuktan sonra,Samsun'da milletiyle kucaklaştı.
Samsun, mülkî taksimatta doğrudan Dahiliye Nezareti'ne bağlı
Canik Sancağı'nın merkez ilçesiydi. Karadeniz kıyısındaki bu şirin kasaba,
Birinci Dünya Savaşı'nın yükünü taşıyan yerlerden biriydi. Genel savaş
sırasında özellikle Rus istilâsına uğrayan Türk topraklarından göç eden çok
sayıda insan buraya gelmiş, kasabanın rengi, havası birden bire değişmiş, yeni
gelenlerin barındırılması sıkıntılar yaratmıştı.
Bunlar bir yana, Samsun aynı zamanda Pontusçu faaliyetlerin
yoğun olduğu bir yerdi. Karadeniz'de dolaşmakta olan İtilâf donanmasından,
Yunan savaş gemilerinin varlığından cesaret alan ve Samsun Rum metropoliti
Germanos tarafından örgütlenen Pontus çeteleri sokaklarda dolaşıyor, asayişi
ihlâl ediyor, köylere baskınlar düzenliyor, evleri, binaları ateşe veriyor ve
korumasız Türkleri öldürüyorlardı.
9 Mart 1919'da Samsun'a çıkarılan 200 kişilik İngiliz
birliği, Pontus çetelerini büsbütün şımarttı. Mütakerenin bozulacağı
endişesiyle güvenlik kuvvetleri ya kullanılamıyor, ya da asayişsizliği önlemede
yetersiz kalıyordu. Bu durumda sırf nefs-i mûdafaa için Türkler de harekete
geçince, bu zamana kadar Pontus çetelerinin terör faaliyetlerini seyreden
İngilizler, seslerini yükselttiler ve 21 Nisan 1919'da Osmanlı Hükümeti'ne bir
nota vererek Orta Karadenizde Türklerin hırıstiyanları katlettiklerini
bildirdiler, bunun önüne geçilmediği takdirde bölgenin işgal edileceği
tehdidinde bulundular. Esasında olay bunun tam aksineydi. İngilizler gerçekleri
tahrif ederek, Pontusçuları korumayı ve karışıklıkların devamını amaçlıyorlar
bölgeyi işgal etmek için bahane arıyorlardı. İstanbul Hükümeti hemen bölgeye
yetkili birini göndermek için kolları sıvadı. Derinlemesine bir araştırmadan
sonra Mustafa Kemal Paşa üzerinde mutabakat sağlandı. Çünkü O, ikinci meşrutiyetin
çalkantılı döneminde siyasete bulaşmamış, girdiği bütün savaşlarda zafer
kazanmış başarılı bir kumandandı. İşte bu noktada Mustafa Kemal Paşa ile
Samsun'un dolayısıyla bütün Anadolu'nun ve Türk Milletinin kader çizgisi
kesişiyordu.
O büyük insan, sebatla, inançla, doğru bildiği yoldan
ayrılmadan Türk Milletinin geleceğini kurtaran kahraman oldu.
Mustafa Kemal Paşa'ya asayişsizliğe neden olan olayları
tayin ve tespit ile bunların ortadan kaldırılmasının yanında daha başka
görevler ve görevin gerektirdiği yetkiler de verilmişti. Atatürk, söz konusu
yetkilerini değerlendirirken, bunları çok fazla bulduğunu ve İstanbul
Hükümeti'nin bilerek, anlayarak bunları kendisine vermediğini belirtmektedir.
Aynı günlerde ve daha sonra Anadolu'ya bir kısmı şehzadelerin başkanlığında
olmak üzere heyetler gönderildi. Bunlar da önemli yetkilerle donatıldılar.
Nasihat Heyetleri, Tahkik Heyetleri,Teftiş Heyetleri adı
altında Anadolu'da dolaşan bu kurulların da vatanın kurtuluşu yolunda büyük
sonuçlar elde edecekleri bekleniyordu.
Basın, bu beklentilere tercüman oluyor, heyetler hakkında
geniş bilgiler veriyor, gittikleri yerlerde karşılanmalarından her türlü
faaliyetlerine kadar hemen her konuda kamuoyunu aydınlatıyor, hadiseyle birinci
derecede alâkadar oluyordu.
Halbuki Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya gönderilmesi
İstanbul basınında çok az ve sadece haber niteliğinde yer almaktaydı. Bu da
kimden ve ne ölçüde sonuç beklendiğinin bir göstergesi sayılmalıdır.
Bu halde esas olan görev ve görevin gerektirdiği yetkiler
değil, yetkileri yerinde ve zamanında tam bir liyakatla kullanmak, mutlak
zafere ulaşabilmektir. Mustafa Kemal Paşa'nın başarı sırlarından biri de budur.
19 Mayıs, sadece Türk millî kurtuluş hareketinin başlangıcı
olmakla kalmadı, yeni Türk devletinin çağdaş değerlerle milletler ailesi
içerisinde yerini almasını da sağladı. Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a çıktığı
andan itibaren zihnini meşgul eden problem millet iradesinin devlet hayatımıza
yansıtılmasını sağlamaktı.
Hatta denilebilir ki bunu kurtuluşun önüne koymuş millî
mücadelenin vaz geçilemez ilk şartı saymıştı. 19 Mayıs'ı izleyen günlerde
yapmış olduğu yazışmalardaki terminolojiye bakılacak olursa, bu açıkça görülür.
İzmir söz konusu olduğunda "ordu ve millet bu işgalî tanımayacaktır"
derken bunu kastediyordu.
Samsun'dan Kâzım Karabekir Paşa'ya çektiği telgrafta
"millet ve memlekete medyûn olduğumuz en son vazife-i vicdaniye"den
amacı da buydu.
Kurtuluş mücadelesi ancak milletle birlikte kazanılabilirdi.
Milletle kazanılan mücadeleyi, yine milletle taçlandırmak lâzımdı. Yayın
hayatına başlamalarına öncülük ettiği ilk iki gazeteden biri İrade-i Millîye,
diğeri Hakimiyet-i Millîye adını taşıyordu.
Bu değerler ve kavramlardır ki onu Türk Milletinin kalbinde
"milletin kurtarıcısı", "devletin kurucusu" payesine yükseltmiştir.
(*) On Dokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim
Üyesi.
(1)Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün Bana Anlattıkları, İstanbul
1955, s.115.
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorum yazmak için;
Google hesabınız yoksa "Anonim" bölümünü işaretleyerek
yorumunuzu yazabilirsiniz.
İsminizi yazmayı unutmayın!...